Üç Kadeh ve Dipte Kalan Süt

İbni Abbas (ra) rivayetini sürdürüyor: Peygamber Efendimiz (asv) anlatmaya devam etti:

Üç Kadeh ve Dipte Kalan Süt
GİRİŞ 26.07.2012 15:59 GÜNCELLEME 26.07.2012 16:21
ÖNEMLİ KONULAR

Sonra Cibril, önüme geçip  Beyt-i Makdis'e doğru yürüdü. Ben de onu takip ettim.  (Bir ara onu kaybettim.) Bir de baktım üç kadehle çıkageldi.

Birinci kadehte süt vardı. İkincisinde şarap, üçüncüsü de su ile dolu idi.

Cebrail, üçünü de bana doğru uzatarak "Bunlardan dilediğini iç" buyurdu.

Ben süt dolu bardağı aldım ve tamamına yakınını içtim. Dibinde çok az bir şey kaldı. Bardağı öylece Cebrail’e uzattım. Benim sütü tercih ettiğimi gören Cebrail, yeniden kendisine uzattığım bardağın dibindeki süte bakarak şöyle dedi:

-Sen fıtratı, (yani bütünüyle yaradılıştaki temizlik ve sadeliği) tercih ettin. Eğer şarabı içseydin, senin ümmetin yoldan çıkar dünyaya dalardı.

Eğer suyu tercih edip içseydin senin ümmetin suya gark edilirdi (Hz. Nuh’un ümmeti gibi).

Eğer sütün tamamını içip de dibinde süt bırakmasaydın, ümmetinden hiç kimse cehenneme girmeyecekti.

Peygamberimiz bunu üzerine elini hızla yeniden bardağa uzattı ve Cebrail’e:

"-Ey kardeşim Cebrail, ver o kadehi de tamamını içeyim" dedi.

Cebrail:

“-Yazık, geçti artık Ey Muhammed. İş, olup bitti ve kalem yazdı artık olacakları...  Önüne geçilmez, buyurdu.” Bunun üzerine Peygamberimiz:

-Demek ki bütün bunlar Kitab'ta yazılıymış.

Peygamberimiz Aleyhi’s-Salatu ve's-Selam devamla:

Cebrail (a.s.) beni bir taşın yanına götürdü. Bir de baktım göğe yükselen bir merdiven (m'rac) duruyor karşımda. Öyle ki semanın diğer ucunu bu taşa bağlıyordu. O ana kadar bu merdiven (mi'rac) gibi güzel bir şev görmemiştim. Bir basamağı altından, bir basamağı gümüşten, bir basamağı zebercedden, bir basamağı kırımızı yakuttandı.

Ve Yükseliş Başlıyor

Cebrail beni göğsüne bastırdı ve beni iki kanadıyla sardı. Sonra iki kasımın arasını öptü. Sonra bana "Bin Ya Muhammed!” dedi.

Bindim. (kendi kendine yükselen bir merdiven gibiydi). , Ben ve Cibril birlikte yükselmeye başladık.

Yükselirken, gördüğüm kulluk makamları’ndan gözlerim kamaştı.

 Bir de baktım melekler! Sayılarını ancak Allah'ın bileceği kadar çok… Hepsi Ceneb-ı Hakk'ı tesbîh ediyorlardı. Hepsi huşu içindeydiler.

Sonra yıldızları gördüm. Hepsi kandiller gibi asılı duruyorlardı. En küçükleri en büyük dağdan daha büyüktü. Nihayet, Dünya semasının nihayetine kadar yükseldik. Bütün bu yolculuk bir göz açıp kapamak kadar zamanımızı almıştı. Ulaştığımız nokta ile Dünyanın arası bizim sayılarımızla beş yüz senelik bir mesafe idi. Yani oraya yükselmek için bu kadar zaman gerekliydi. Burada durduk. Cebrail kapıyı çaldı.

“-Kim o” diye seslendiler. Cebrail:

-Cebrail! dedi. Yine sordular:

-Peki beraberindeki kim ? Cebrail:

-Muhammed (s.a.v.)!

-Ona nübüvvetin verileceği zaman geldi mi? Cebrail:

-Evet, dedi.

Bunun ürerine içerden seslenen "Sana ve seninle beraber bulunana merhaba! Bu ne kutlu geliş böyle!”  dedi.

Peygamberimize (a.s.v.) anlatmasını sürdürerek:

Sonra kapıyı açtılar. Girdik. Bir de ne göreyim. Duhân(esir)’dan yaratılmış bir sema! Ona "Refîa" deniliyor. Ayak konacak bir mekân dahi bulunmaz. Orada yalnız rüku ve secde halinde bulunan melekler vardı.

Kaynağı  Cenette olan Nehirler

Etrafa göz attım. Bir de baktım iki büyük nehir akıyor;

-Bu iki nehir nedir Ey Cebrail! dedim. Cebrail:

-Bu Nil nehridir, diğeri de Fırat. İkisinin de kaynağı cennettedir, buyurdu.

 Sonra bir başka nehir ilişti gözüme. Üzerinde inci ve zebercedden yapılmış bir köprü vardı. Elimi köprünün üzerine koydum. Gönül alıcı misk gibi kokmaya başladı. Cebrail'e "Ya bu nehir nedir?" diye sordum, "Bu Kevser'dir Allah onu senin için sakladı" cevabını verdi.

Sonra yine etrafa göz attım. Azametli, heybetli bir melek gördüm. Nur’dan yaratılmış bir ata binmişti. Üzerinde de nurdan bir örtü (hülle) vardı. Giydikleri müstesna, birbirinden güzel elbiselerle (üniformalar gibi) birbirinden ayırt edilebilen yetmiş bin melek onun idaresi altındaydı.

Her birinin elinde nurdan bir ‘harbe’ (savaş baltası) vardı. Allahın askerleriydiler. Yeryüzünden biri çığırından çıkıp isyan edecek olursa şöyle bir ses duyulurdu:

"Allah, filan oğlu filana filana gadaplandı!”

Hemen o melekler de ona gadaplanır ve öfkelenirlerdi.

Bir insan da yeryüzünde yaptığına pişman olup da tövbe ederse ve tövbesi kabul edilirse "Allah filan oğlu filandan razı oldu" diye bir ses duyulurdu. Onlar da o şahıstan razı olurlardı.

Cebrail'e sordum: 

“Ey kardeşim, Ey Cebrail! Bu iri cüsseli melek kimdir? Cebrail:

-0, dünya semasının bekçisi (Hazini)  İsmail'dir[1].  Ona yaklaş ve selam ver!

Ona yaklaşıp selam verdim. Selamıma karşılık verdi. Beni Aziz ve Celil olan Allah'ın keremiyle karşıladı. Bana şöyle dedi:

-Müjdeler olsun Ey Muhammed! Bütün hayır ve güzellikler sende ve senin ümmetinde toplandı. Kıyamete kadar bütün iyilikler onlarda toplandı.

Ben de "Hamd ve şükür Rabbime aittir" dedim. Sonra yürüyüp onun önüne geçtim.

Buzdan ve Ateşten Bir Melek

O sırada, yarısı buz yarısı ateş olan bir melek gördüm. Ne ateş buzu eritiyordu, ne de buz ateşi söndürüyordu. Bin başı vardı. Her başında bin yüzü, her yüzünde bin ağzı,  her ağzında bin dili vardı ve o dillerin her biri bin lisan ile Allah’ı teşbih ediyordu. Bu lisanların (dillerin) hiç biri de diğerine benzemiyordu. Bütün lisanlarla şu teşbihi yapıyordu:

''Ey buz ile ateşi bir arada tutan Rabbim! Seni her türlü eksiklikten ve kusurdan, tenzih ederim. Ateşle buzu birbirine alıştırdığın, bir arada tuttuğun gibi mümin kullarının kalpleri ile meleklerin kalpleri arasında da öyle bir muhabbet ve dostluk peyda et!"

 Sonra da her dil yine kendi lisanıyla Amin! diyordu.

-Ya Cebrail! Ya bu kimdir? diye sordum. Cebrail:

-O göklerin himayesini üstlenmiş melektir. Bütün göklerin himayesi ona aittir. Beni Ademe (insanoğluna) en çok nasihat eden, onların düzgün ve istikamet üzere olmalarını en çok arzulayan ve bu hususta insanlara yardım eden melek odur, buyurdu.

Sonra bütün melekler saf bağladılar. Cebrail beni önlerine geçirdi,  Hz. İbrahim halilullah dinine uygun şekilde (yani Hanif dini üzere) iki rekat namaz kıldık.

Ve ikince Sema…

Peygamber efendimiz (a.s.v.) anlatmaya devan ediyor:

Sonra ikinci semaya yükseldik. Bu yolculuk da göz açıp kapamak kadar kısa bir zaman almıştı. İkinci sema ile dünya semasının arası da dünya yılıyla 500 yıllık bir mesafe idi. Yani ona yükselmek için bu kadar zaman gerekliydi. Sınırda durduk ve Cebrail kapıyı çaldı:

İçerden “Kim o?” diye seslendiler. Cebrail:

-Cebrail! dedi. Bunun üzerine:

-Beraberindeki, kimdir? diye sondular. Cebrail:

-Muhammed'dir, cevabını verince de:

-Ona peygamberlik geldi mi? Diye sordular. Cebrail:

-Evet, deyince, "Hoş geldiniz" deyip kapıyı açtılar.

(Sonraki bölüm: Demirden bir Sema: El-Maun)


[1] ) İsmail, (İsma-İyl (Allah’ı dinleyen, Allaha kulak veren manasına) bir melaikedir. Cebrail, Azrail gibi… 

Mehmet Ali Bulut - Haber 7

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL