Eski İstanbul'da bayram nasıl olurdu?

Bayram yaklaşırken fitreler verilir, böylece evinde güzel bir sofra kuramayan, üstüne başına yeni bir kıyafet alamayan hiç kimse kalmazdı. Bayram hilalinin görünmesiyle beraber bayram ilan edilirdi.

Eski İstanbul'da bayram nasıl olurdu?
GİRİŞ 03.08.2012 14:44 GÜNCELLEME 03.08.2012 14:44
ÖNEMLİ KONULAR

Bayram namazı büyük camiler dışında musallâ denen açık arazilerde kılınırdı.

Osmanlı payitahtında bayram hazırlıkları, bayramdan on-on beş gün önce başlardı. Ramazanın son haftasında konaklarda bir dikiş telaşıdır başlardı. Çoluk çocuktan hizmetkarlara kadar herkes için yılın en önemli olayı, bayramlıklar için gerekli kumaşların alınması ve dikilmesiydi.

Kapalı Çarşı o devirlerde en meşhur alış veriş merkezi olsa da burada kadınların dolaşıp istediği gibi alışveriş yapması adet değildi. Kadınlar istedikleri kumaşları kocalarına sipariş ederlerdi. Daha sonra hanımların rahatça oturup sohbet ettikleri mağazalar da açıldı.

Bayram hazırlıklarının önemli bölümünü, bayram temizliği oluştururdu. Öyle ki sadece evlerin içi değil, bayram arifesinde bütün İstanbul sokak sokak, temizlenmiş olurdu. Bilhassa bayram namazının kılınacağı musalla denilen meydanlar tertemiz bir hale getirilirdi.

Şehrin bütün hamamları sabaha kadar açık bulunur ve hepsi de aşırı derecede kalabalık olurdu. Sadece kalburüstü insanlar değil, ayak takımı sayılabilecek kesim de bayram gecesi temizlenir ve yepyeni kıyafetlerini başucuna hazırlardı.

İstanbul'un yerleşim düzeni fakir fukara ile hali vakti yerinde olanların birbirinden kopuk olmadığı, iç içe komşuluk ilişkileri içinde yaşadıkları bir toplum düzeni ortaya çıkarmıştı. Savaşlar, göçler ve sömürü sebebiyle ekonomik düzenin iyice bozulduğu yıllara kadar refah seviyesi genelde iyiydi. Bu yüzden de zenginlerin hayat seviyesi ile fakirlerinki arasında derin bir uçurum yoktu.

Zaten Ramazan süresince konaklarda devamlı iftarlar verilirdi. Bayram yaklaşırken fitreler verilir, böylece evinde güzel bir sofra kuramayan, üstüne başına yeni bir kıyafet alamayan hiç kimse kalmazdı.
Arefe gecesinden hazırlanmış bahşişler, keselere konur ve herkesin statüsüne uygun bir bohçayla bohçalanmış hediyeler eşliğinde sahiplerine verilirdi. Büyük konakların hareminde bu hediyeler hazırlanırken, selamlıkta çalışanlar da hanımlara hediye olarak tepsiyle helvalar, baklavalar yapardı. Konakların kadınlara mahsus olan harem kısmıyla erkek misafirlerin ağırlandığı selamlık kısmı arasındaki dolap her dönüşünde bu hediyeler iki taraf arasında taşınmış olurdu. Bu dolaplarda bazen gizli mektuplaşmalar da döndüğü için gizli iş çevirmek manasında "dolap çevirmek" deyimi dilimize yerleşmiştir.

Bayram gecesinde sokaklarda ve meydanlarda büyük bir coşku yaşanırdı. Ramazan boyunca minareler arasına gerilen mahyalar indirilir, onun yerine minarelere kaftan giydirilirdi. Bu kaftan ve mahya olarak yapılan yol hattı, Ramazan'ın yolculuğunu ima ederdi.

Bayram şenliklerinin en gösterişlisi boğazda tertiplenen donanmanın geçidiydi. Peş peşe atılan topların sesleri, art arda patlatılan havai fişeklerin görüntüsü ve bordolarını ışıklandıran gemilerin ışıltısı, gözleri kamaştırırdı.

Üsküdar tarafından bakıldığında Ayasofya, Sultanahmet, Nuruosmaniye Camilerinin, adeta gümüş bilezikler geçirilmiş narin bilekler gibi göğe yükselen minareleri görünürdü. Avrupa tarafından bakılınca da aynı şekilde Üsküdar, binlerce kıvılcım gibi titreşen alevler içinde, adeta ilahi bir sevdaya yanmış gibi bir manzara arz ederdi.
Bayram hilalinin görünmesiyle beraber bayram ilan edilirdi. Bayram namazı büyük camiler dışında musallâ denen açık arazilerde kılınırdı. Halk bayramdan evvel süpürülüp temizlenmiş bu sahalara, omuzlarında seccadeleri olduğu halde, akın akın gelir, yer tutardı. Kalabalık meydana sığmazsa cemaatin etraftaki sokaklara yayıldığı da olurdu.

Namazdan sonra uzun bir bayramlaşma merasimi başlardı. Bembeyaz sarıklı hocaların ellerini, lacivert satenden bayramlıklar giymiş çocukların sıra olarak öptüğü bu bayramlaşma meydanı da görülmeye değerdi.
Bayramlaşma merasimi sadece diriler arasında olmazdı. Namazdan dağılan cemaat, eve dönmeden evvel mezarlığa gider, yakınlarının kabrini ziyaret ederek ruhuna kuran ı kerim okurdu. Selvilerin gölgesinde Fatiha ve Kur'an okuyanların uğultusu bir huzur atmosferi olarak semaya yükselir, ölümün ve ölmüşlerin hatıraları yad edilirdi.

Evlere gelince... Bayram ziyaretleri başlamadan önce ev içi tebrikleri için hane halkı, evin en büyüğünün elini öpmeye koşardı. Büyük konaklarda ailenin reisi ve hanımı, yalnızca evlatları ve torunları için değil; çalışanları ve hizmetkarlarıyla beraber himayesine aldığı bütün garip gurebaya, konu komşuya, ahbap ve akrabaya da hediyeler ve bahşişler hazırlayıp takdim ederdi.

Ev içi tebrikleri bittikten sonra evin reisi kakuleli bir kahve ve çubuğunu içmek üzere selamlığa çıkar, misafirlerini karşılamaya hazırlanırdı. Misafirler tebrike geldikçe kahya efendi karşılamaya koşar, hane sahibinin odasına kadar misafire eşlik ederdi. Misafirlere yapılacak ikramların, verilecek hediyelerin hep bir usulü ve adabı olurdu.

Tasavvuf ehli tekke veya dergahlarında, kendine mahsus usullerle bayram merasimleri yaparlardı. Hemen her mahallede fakir fukarayı giydiren bir vakıf veya helvalar, şerbetler dağıtan bir dergah bulunduğu için kimse bayramlıktan, bayram tatlısından mahrum kalmazdı.

Halk tabakası bayram süresince birbirlerine tatlı ve yemekler ikram ederdi. Bayramlarda asıl bayramı çocuklar yapardı. Mendil içine konularak verilen bayram harçlıklarını alanlar, doğruca meydanlara kurulan şenlik çadırlarına koşarlardı. Burada şekerler, şerbetler, macunlar, çerezler alınır, ip cambazlarının, ateşbazların, meddahların gösterileri seyredilirdi.

Genellikle ciddi ve ağırbaşlı bir toplum olan Osmanlı toplumu, bayramlarda edep dairesi içinde neşelenirdi. Herkes kendi yaşına ve mevkiine uygun bir usul dairesinde, kendi akranıyla hemhal olur, güzel vakit geçirirdi.

Kaynak: İslami Hayat Dergisi

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL