Yol arkadaşlığı ve kara kediler

Dünyevi menfaatleri örtüştüğü için iki kişinin birlikte yürümesinden, uzun soluklu yol arkadaşlığı çıkmaz.

  • GİRİŞ17.04.2014 08:41
  • GÜNCELLEME17.04.2014 08:41

Her iki taraf da öne geçmek için yek diğerinin zaafını ve hatasını gözler. Bazan ilk adımda, çoğu zaman da bir iki yılda istikametler ayrılır. Yalan dünyadan gerçek hayata doğru, idealler ve ufuk ortaksa ancak o zaman “yol arkadaşlığı” teşekkül eder. Gerisi ihtimaller hesabı ve teferruattır; Baktığınız yere bağlı olarak bazen biri öne çıkarken diğeri geride kalmış gibi olur. Aslolan uygun adımda ve menzile doğru hep yolda olmaktır.

Somut örnek kısa geçmişimizin kayıtlarında duruyor; Abdullah Gül, yasaklı durumu ortadan kalkıp milletvekili seçildiğinde Recep Tayyip Erdoğan'a Başbakanlığı hiç tereddütsüz tevdi ederken, Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığına aday olduğunda kendisi seçilebilecekken Abdullah Gül'ü tereddütsüz partisinin Cumhurbaşkanı adayı yapmıştır.

Profesyonel siyasetçi ile “dava adamı” arasında çok kalın bir hat vardır. Bu çizgi, profesyonel kariyer çiziciler, piar(PR)cılar ya da reklamcı iletişimciler tarafından inceltilebilir ama kesinlikle saydamlaştırılamaz.

Bilmem, kopan her küçük ve orta ölçekli fırtınada kurumuş yapraklar gibi yolda dökülenleri saymama gerek var mı?

...

Atalar “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” derler. Sanatçının eserine, tarzıyla imza atmasına benzer bu durum. O yüzden altına imzasını koymasa bile üslubuna bakılarak bir “tablonun” Rembrandt'a mı yoksa Picasso'ya mı ait olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Kural, üslup sahibi vasat bir yazar, şair, sanatçı ve zanaatkâr için bile geçerlidir. Formül siyasetçi ve devlet adamı için de işlerliğini korur.

Tarz sahibi olmayanlar ise ortaya “kitsch/taklit-kötü taklit” tablolar sererler.

Her yapı en tepesindeki yöneticinin o yapıya üslubuyla sağlayacağı katma değerle veya düşük performansla yol alır. Kişi, yönettiği devlete/partiye/kuruma dinamizmi, idealizmi, dirayeti ve sorumluluk bilinciyle deyim yerindeyse “ruh verir”. Elbette aksi de mümkündür.

Abdullah Gül'ün de Recep Tayyip Erdoğan'ın da siyasette ve devlet yönetiminde kendi özgün üslupları var. Önümüzdeki dönemde gelecekleri pozisyonla konumlarına “ruh” vereceklerdir.

Ülke/millet kazanacaksa biz kaybetmeye razıyız” prensibini benimseyip içselleştirmiş bu iki dava adamının Cumhurbaşkanlığı seçimi ve daha sonrası için alacağı kararlar ülkenin/milletin zararına olmayacaktır. Kara kediler boşuna heveslenmesin; Bunca yıldır devlet yönetiminde olup da istikrarın ne kadar değerli olduğunu, edindikleri tecrübelerle damarlarına kadar özümsemiş dava adamlarından küçük hesaplarla istikrarsızlığa yol açacak tavırlar beklemek hayâlcilik olur.

İstikrar demişken burada bir parantez açmamız şart. Çünkü kavramı sosyal, iktisadi veya siyasi “denge”yi sağlamak için hareketsizlik (stability) olarak algılayıp “taviz vermek”, “boyun eğmek”, “istenmese de razı olmak” şeklinde okuyanlar hiç de az değildir. İstikrar; ilkeli ve tutarlı bireysel tavırlardan başlayıp ekonomiyi ve siyaseti de kapsayarak “nitelikli sürdürülebilirlik”e kadar genişler.

Gelecekte elde edilecek tam denge, taviz verilip, eğilip bükülerek bu gün sağlanacak geçici eksik dengeye feda edilemez. Gezi Olayları, 17 Aralık Operasyonu, “One Minute” çıkışı, Mavi Marmara Katliamı/Korsanlığı karşısında İsrail Devleti'ne takınılan onurlu tavır bu hususta ilk akla gelen bir kaç örnektir.

İnsanlar kadar toplumlar da ellerinde olan kazanımların kıymetini görmek/bilmek konusunda zaafiyet içinde olabilirler. İstikrar ve devlet yönetimindeki uyum da buna dahildir. Kaybedildiğinde (Allah göstermesin) içine düşülecek kaotik durum, onlara duyulan zaruri ihtiyacı daha da görünürleştirir.

Cumhurbaşkanlığı ile icranın başı olan Başbakanlık arasında uyumlu bir ritim tutturulunca, Türkiye büyük mesafeler almıştır. Uyumsuzluk ise sudan sebeplerle otarşik/içe dönüş süreçlerini tetikleyerek kısır tartışmalarla kamusal enerjinin toprağa gömülmesine ve ağır toplumsal ve iktisadi bedeller ödenmesine sebep olmuştur. Anayasa kitapçığının (E) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından merhum (E) Başbakan Bülent Ecevit'e fırlatılmasını, yol açtığı yıkımı ve ardında bıraktığı toplumsal dramları hatırlayalım (duydum, “hiç unutmadık ki!” dediniz).

Önümüzdeki dönemde de Cumhurbaşkanlığı makamı ve Başbakanlık arasında “uygun adımda” ritim tutturulursa yeni anayasa hayâl olmaktan çıkacaktır. Bunun için de sarsılmaz bir yol arkadaşlığına ihtiyacımız var.

KISA MESAJ HATTI:

“Onurlu istikrar”

 ihtiyacımız olan bu. 

İhsan Toy - Haber 7

İhsantoy@tasam.org

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat